21 Mart 2012 Çarşamba

Babam ve İpek

Bugün 21 Mart, Bahar bayramı, yılbaşı. Güneşin yüzünü kuzey yarım kureye döndürdüğü, toprağın canlandığı gün. Bütün varlıklar için uyanış, diriliş ve yaratılış günü. Kutlama, yenilenme, canlanma günü.

Babam 21 Mart 2009 tarihinde vefat etti. Cumartesi günüydü. Babamın vefat etmek için 21 Mart tarihini seçmiş olması, o gün ve sonrasında olanlar, babamı tanımak ve hayatı tanımak adına bana çok şey öğretmiştir.

Babam vefat etmeden bir süre önce eşim bana evlenme teklif etmişti. Zaten birlikteydik elbette, teklif bir prosedürdü ancak bu durum aileleri işin içine sokmak anlamına geliyordu. Ben ketum bir insan olarak (gerçi artık ne kadar ketumum bilemiyorum) eşimle ilişkimi hop diye bizimkilere söylememiştim. Eşim de zaten ailesinden ayrı şehirde yaşıyor ve uzun bir süre de İzmir'e gidememişti ve bu güzel gelişmeyi yüzyüze söylemek istiyordu. Ben anneme ve ailenin diğer üyelerine söyledim, eşimi ablamlarla tanıştırdım, sırada babama anlatmak vardı. Şimdi düşününce saçma bir tereddüt ve çekingenlik içindeydim. Eşimin benden yaşça büyük olması ve bir önceki evliliğinden yetişkin bir çocuğunun olması karşısında babamın ne tepki vereceğini bilemiyordum. Ablamlar eşimle tanışınca çok beğendiler ve sevdiler. Benim ne kadar aşık olduğumun da farkındaydılar. Annem de benim ne kadar aşık ve mutlu olduğumu görüyor ve sesini çıkarmıyordu zaten. Abimler de gayet anlayışlı yaklaştılar. Babamın da aynı şekilde yaklaşacağını biliyordum ama son zamanlarda kulakları da pek duymadığı için nasıl anlatıcam diye saçma bir tereddüt içindeydim. Ne kadar anlamsız ve gereksiz bir tereddüt olduğunu yine babam gösterdi.

Bir gün önce Cuma akşamı eşim İzmir'e gitti, mutlu haberi ailesiyle paylaştı, beni anlattı. Onlar da sevindiler, hemen tanışma, görüşme planları yapılmaya başlandı. Ertesi sabah babam vefat etti. Babamın cenazesi ikindi namazında olacaktı. Sabah eşime haber verdim, o da ilk uçağa yetişmek için yola çıktı. Babamın vefatının detaylarını yazmayacağım. Ölüm hayatın bir parçası ve ölen kişi için kötü birşey değil, güzel bir yolculuğun devamı, biliyorum. Konu o kişinin yakınları ile ilgili, bu ölüm karşısında ne yaşadıkları ve ne öğrendikleri ile ilgili. Babamın vefatının bende izleri derin oldu. Ancak bu yazının konusu bunlar değil.

Eşim uçaktan iner inmez camii'ye geldi. Hatta yolda karşılaştık. Benim yanımdaydı hep elbette. Ablamlarla zaten tanışmıştı, annem ve iki abim ile cenazede tanıştı ve babamla da tabii ki. Fiziksel olarak el sıkışmadılar belki ama bence çok daha derin bir tanışma oldu.

O gün orada yakın-uzak akrabalarımız, dostlarımızla birlikte belki de eşimin uzun yıllar hiç karşılaşmayacağı tanıdıklarımıza kadar herkes vardı. Neticede akrabaların hepsi ile öyle hemen tanışmayacaktı, belki nikahta, belki yıllar sonra, belki de bazılarıyla hiç tanışmayacaktı. Cenazede herkes eşimi fark etmiş. Ailenin yanında, özellikle benim yanımda sürekli duran yabancı kişi kimsenin dikkatinden kaçmamış elbette. Ortam üzücü de olsa insanların antenleri her daim aktif sonuçta. Eşim nerede nasıl davranacağını bilen, duyarlı ve becerikli bir insandır. Ön sırada namaz kıldı, omuz verdi, mezarına toprak attı, çiçek dikilmesine, su dökülmesi yardımcı oldu, kısacası her zamanki gibi ortalığı hemen organize etti.

Akşam bizim evde dua olduğu sırada, bazı kuzenler sordu biz de söyledik kim olduğunu. O akşam insanlar bizim evden ayrılırken bana önce "başın sağ olsun" dediler, ardından "damat beyi çok beğendik, hayırlı olsun, Allah tamamına erdirsin" dediler. Düğün ve cenaze filmi gibi. Babam herzaman esprili, neşeli, keyifli bir adamdı. Bulunduğu ortamı neşelendirmeyi de iyi bilirdi. Hem eşimi ailenin tam ortasına getirdi hem de o günü böyle enteresan bir şekilde yaşamamı sağladı.

Babam güçlü, kuvvetli, becerikli, elinden her iş gelen, zeki, çok çalışkan bir adamdı. Küçücük yaşından itibaren çalışma hayatına atılıp, sıfırdan bir işletme yaratmış, kendi tasarımı makinalar üretmiş, etrafında çok sayılan ve sevilen biriydi. Küçükken babama çok düşkündüm, benim için süper kahraman gibiydi. Ancak ben 14 yaşındayken kısmi felç geçirdi. Kısa sürede iyileşti ancak tam olarak eski sağlıklı günlerindeki gibi değildi. İş hayatını yavaş yavaş bıraktı. Ben üniversitedeyken ise ikinci kere kısmi felç geldi ve biraz daha sağlığı bozuldu ve gittikçe bozulmaya devam etti. Son zamanlarında zar zor yürüyor ve kulakları neredeyse hiç duymuyordu. Öldüğünde ben 33 yaşındaydım. Kısacası ben babamın daha çok hasta halini gördüm. Sağlıklı, canlı, aktif olduğu zamanları çok az hatırlıyorum. Babamın eski hallerini bilen insanlarla tanışınca da bana hep babamı anlatsınlar istiyorum. O zaman babamın gerçek halleri kafamda canlanıyor.

Kızlar babalarına benzeyen erkeklerle evlenirlermiş, eşimin bir çok özelliği babama o kadar çok benziyor ki, halen bu durum beni şaşırtmaya devam ediyor. Elbette babamın eşimi tanımasını çok isterdim, eminim çok iyi anlaşıcaklardı.  Ancak babamla ve ailenin geri kalanıyla bu şekilde tanışması benim için üzücü olmadı hiç. O günden itibaren hemencecik ailenin bir parçası oluverdi. Bence babam herşeyi olması gerektiği gibi organize etti. Zaten birçok şeyi bizim adımıza önceden düşünüp, yapmış bir insan olarak yine kendini gösterdi.

Evlendikten sonra mutfakta bir masaya ihtiyacımız oldu. Alt tarafı bir masa ama ben şöyle mi alsam, şurdan mı alsam diye düşünüp dururken, bir gün işyerine bir adam geliyor ve abimlere "benim yıllar önce babanıza borcum vardı, ödeyemedim, şimdi masa imalatı yapıyorum size bunlardan vermek istiyorum" diyerek herkese birer tane masa verdi. Bu olay karşısında benim ilk aklıma gelen, babamın öldükten sonra bile halen ihtiyaçlarımızı karşıladığı oldu.

Vefatından önceki son yıllarda babam doğumgünlerimizde bize altın hediye etmeyi adet edinmişti. Özel günlere de çok önem verir ve parası olduğunda dönem dönem alır, biriktirirdi. Eş, dost akrabaya özel günler için verilecekler ile birlikte hepsinin teker teker yeri belliydi. Bu altın, Ayşenin çocuğunun doğumunda verilecek, şu altın  Fatma'nın çocuğunun sünnetinde verilecek, şunlar çocukların doğumgününde vs. Geçen ay yeğenim sünnet olduğunda annem, "baban Can'ın sünneti için altınını hazırlamıştı yanlış hatırlamıyorsam bir bakiyim" dedi. Gerçekten de varmış ama yanında bir altın daha varmış. Son iki altın... biri Can için ve sanırım biri de İpek için. İpek'in ilk doğumgünü için.

Babam kız çocuklarını çok severdi. Ablamın doğduğu 60'lı yılların başında, insanlar kız çocukları oldu diye suratlarını asarlarmış. Babam yaşasın kızım oldu diye hastanedeki bütün hastabakıcı ve hemşirelere bahşiş dağıtmış, hastanedekiler çok şaşırmış.  İpek'i tanısaydı ne yapardı bilemiyorum. Ayrılamazlardı herhalde. Yemek için yaşayanlardan olan, börek, çörek, hamurişi düşkünü babam, daha dişleri bile çıkmadan börekleri eliyle hapır hupur yiyen torunuyla karşılıklı börek yemekten acayip mutlu olurdu herhalde. Haftasonu balık yemeğe gittiğimizde İpek'e lakerda yedirdim. Çok hoşuna gitti, bayağı yedi. Babam da çok severdi. Biz de "İpek kimin torunu olduğu yine belli etti" dedik.

2 yorum:

  1. bazı yazılarında güldürüyorsun, bazılarında ağlatıyorsun.. tabii ağlatmak amacıyla yazmamışsındır ama çok duygu yüklü olmuş, çok güzel, yine çok beğendim. ve blog vasıtasıyla seni tanımak da ayrıca garip geliyor ama bu da güzel.. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim Barış, eksik olma..

      Sil