16 Mart 2012 Cuma

İzmir seyahati

Geçtiğimiz haftasonu İzmir'e gittik. Kurban bayramından beri İpek'le yaptığımız ilk uzun seyahat oldu. Babaannemizi, amcalarımızı, yengemizi ve en önemlisi çiftliği görmeyeli uzun zaman olmuş.

Perşembe akşam yola çıktık. Babamız en sonunda araba koltuğunu taktığı için ilk defa bu seyahatte denedik. İpek kız'ın koltuğa ilk oturduğu hali çok komikti daha doğrusu kuruldu diyim. Elleri yana koydu ve etrafı incelemeye başladı. Gece seyahati olduğu için evdeki gibi uyudu, uyandı, emdi, tekrar koltuğuna koydum uyumaya devam etti. Gece 03:00 civarı İzmir'e Karşıyaka'ya vardık. Babaannesi ve amcası bizi evde bekliyorlardı. İpek gelir gelmez uyandı, etrafına bakındı neler oluyor, ben neredeyim diye. Babaanne ve amcaya hemen atlamadı tabii ki, biraz seyretti kim bunlar diye... veeeeee Şımarık'ı gördü. Şımarık babaannesinin kocaman ve görüp görebileceğiniz en pofuduk tüylü kedisi. Kızımın evdeki tüylü hayvanlara çıldırdığını yazmıştım. Şimdi karşısında kocaman, hareket eden bir tüylü hayvan görünce gecenin üçünde gözü başka hiçbir şey görmez oldu. Tıpkı evdeki oyuncak tavşana yaptığı gibi tutmak, sarılmak ve burnunu ısırmak filan istiyordu ama ben temkinli olmaya çalıştım. Şımarık uysal bir kedi ama neticede bizimki direk tüylerini koparmaya filan yelteniyor, Şımarık da oyun oynuyor zannederek veya canı yanarsa karşılık verebilir. İpek'in benim gibi kedileri sevmesini istiyorum bu nedenle küçük yaşta gereksiz bir travma geçirip kedilerden soğusun istemiyorum hem de kedinin tırmalamasını da istemiyorum elbette. Nitekim ertesi gün babası sevmesi için yaklaştırdığında bizimki doğruca elini Şımarık'ın en pofuduk yeri olan boğaz tüylerine daldırdı ve bir tutam elinde kaldı. Şımarık sakin kalmaya çalıştı ancak patisini de İpek'e şöyle bir gösterdi ki ben yanlarına uçmamak için kendimi zor tuttum. Zira biliyorum ki çocukları hayvanlardan soğutan en önemli etken anne-babanın tepkisi. Ama tepkisiz kalmak da çok zor. Neyseki bir sorun olmadı, bizimki Şımarık'ın peşinde pek keyifliydi, kızımın kedi peşinde koşmasını seyreden ben ise ondan keyifliydim. O gece İpek'i Şımarık'ın peşinden zar zor alıp uyuduk.

Ertesi sabah babamız halen uyurken İpek'i babaanne ve Şımarık ile bırakıp markete İpek için organik yumurta almaya gittim. Özlemişim İzmir'i. Marketten sonra hemen karşısındaki fırından nefissss boyoz ve gevrek (simit) de aldım tabii ki. İzmir'e geldik mi boyoz ve gevrek yemeden olmaz. Seviyorum İzmir'de böyle gelenekleri, İstanbul'da rastlamak zor artık. Sabah fırına gidiyorsun kuyruk var çünkü İzmir'li dediğin sabahları boyoz ve/veya gevrek yer. Ortak davranışlar, ortak alışkanlıklar. Büyük şehirdesin ama insanların davranışları ve alışkanlıkları bir kasabada yaşar gibi.  Bu nedenle sabah fırına ben gitmek istiyorum, hoşuma gidiyor. Eş durumundan Karşıyakalı oldum ama fırına gidip ben de "gevrek" istiyorum diyorum simit demiyorum :))

Babaannemiz IKEA mama sandalyemizi hazır etmiş. İpek kahvaltıda yumurta, boyoz ve gevrek yedi. Tam bir İzmir'li oldu kızım.

Öğlen Bergama'ya çiftliğe gittik. Bergama'yı da özlemişim. Hava çok güzeldi, bir sürü ağaç çiçek açmış. Etraf yemyeşildi. Çiftliğin kapısına yeni bir köpek alındı, "Tony". Tony bizi tanımadığı için kapıdan girerken bayağı havladı, hırladı. İpek ne yaptı? Acayip hoşuna gitti, kanatlarını ve bacaklarını çırpmaya başladı. Sonra bizim çiftlikte yaşayan aile Semra ve Halil'i görünce iyice keyfi yerine geldi. Hatırlıyor mu bilemem tabii ki ama Kurban bayramında Semra ile çok iyi anlaşmışlardı. Şimdi de hemen kucağına atladı. Sonra Tony'nin yanına gitmek istedi. Bu sefer de Tony'den ayırmak zor oldu. 

Eşim evi temizlemeye giriştiğinde biz de önce buzağıların yanına gittik. İpek kızımı zor zaptettim, buzağıları sevmek için kucağımdan atlamaya çalıştı hep. Şu an için çiftlikte pek bir önlem almadığımız için ve ben hazırlıksız olduğum için çok fazla serbest bırakamadım İpek'i ama uzun uzun buzağıların ve kızların (inekler) yanında kaldık, seyrettik. İpek hepsini ilgiyle inceledi, güldü, yanlarına gitmek için atıldı. Kızlar da en meraklı halleriyle bizimkini seyrettiler. İpek tam bir çiftlik kızı olsun istiyorum. Bir sonraki gidişimizde daha fazla sokuluruz yanlarına, kesinlikle kızım benden daha cesaretli. Eve yerleştikten sonra bazı işlerimizi halletmek için Bergama'ya gittik. Birkaç yere uğradıktan sonra Pala'da yemek yedik. Ben köfte yedim, eşim has bir İzmir'li olarak tabii ki ve elbette kelle yedi ve İpek'e de beyin tattırdı. Bizimki gerçi sonradan ağzından çıkardı ama pek de itiraz etmedi yani neredeyse babası biraz daha çalışsa kendisine eşlik edecek yeni bir arkadaş bulacak.

Ertesi gün de hava güneşliydi. Sabah Semra bizim tavukların yumurtasından ve kendi yaptığı zeytinlerden getirdi. İpek zeytinleri götürdü tabii ki. Kahvaltıdan sonra yürüyüş için çiftliğin dışına çıktık. Ergo ile yürüyüş yapmaya cesaret edemedim, İpek'i arabasına koydum. Çiftlikten çıkarken Tony yine havladı, hırladı. İpek yine güldü, heyecanlandı. Çiftliğin dışında da gönüllü bir bekçimiz var. Siyah, beyaz köpek sürekli kapıda bekliyor. Bizim çıktığımızı görünce önce gelip bizi bir kokladı, sonra yürüyüşte bize eşlik etmeye başladı. İpek mest oldu. Bizimki köpek yanına geldikçe ayaklarını çırpıyor, köpek oyun yaptığını zannedip İpek'in ayakkabılarını yalıyor. Bir de köpek arkadan takip ederse bizimki kızıyor ve köpeği görmek istiyor. Hava rüzgarlıydı ama her zamanki gibi tertemiz, pırıl pırıldı. Bergama'nın o güzel havasında, zeytinliklerin, tarlaların arasında yürüdük. Dönüşte komşu tarlanın sahipleri olan karı-koca bizi çaya çağırdı. Tarlalarının yanında küçük bir evleri var. Asıl olarak Bergama'nın içince oturuyorlar ancak tarla ile ilgilenecekleri zaman gelip burada kalıyorlar. Bildiğimiz köy evi. Saadet sobayı yaktı. İpek kendini evin içinde yerlere attı. Halı ve yer minderlerinde hareket etmek çok daha rahat ve keyifli. Yerde emeklerken bir baktım küçük bir örümcek yürüyor. Benim örümcek korkum meşhurdur. Küçük veya büyük fark etmez, korku mudur başka birşey midir bilemiyorum ama sakin kalamam. İpek örümceği görünce peşinden gidip tutmak istedi. Bense ömrü hayatımda ilk defa bir örümcek karşısında sakin kalarak "aaa İpekcim bak örümcek heh heh ne tatlı değil mi, ama biz bırakalım gitsin evine" diye saçmalamaya başladım. Yani buna henüz hazır değilim. İpek ellesin, korkmasın ama ben nasıl sakin kalıcam bilemiyorum. Kendimi buna psikolojik olarak hazırlamam gerekli. Bir örümcek veya böcek karşısında korkmuyormuş ve seviyormuş gibi davranmak için, hele de İpek örümceği veya bir böceği elinde tutarsa, ben o böcekleri kızımın elinden almak için içsel gelişimim üzerinde bayağı çalışmam gerekecek.

İpek'le köyde ilk misafirliğimizi de yaptıktan sonra çiftliğe döndüğümüzde Semra bizi pişi yemeğe çağırdı. Gerçi Semra'lar çörek diyor, ben hamur derdim, birileri de pişi diyor diye benim de dilimde öyle kaldı artık. İçi boş hamurun yağda kızartılmış hali. Bayılırım, kaç tane yediğimi hatırlamıyorum, benim hamurişi düşkünü kızım da hiç kafasını filan çevirmedi. Eve geldikten sonra da akşam babaannemizin yanımıza verdiği yemeklerden yedik biraz. İpek taze baklanın ve hardal otunun de tadına bakarak İzmir'in otlarıyla da tanışmış oldu. (dün de İzmir'den getirdiğimiz ısırgan ile yapılmış börekten yedi, hardalotuna o kadar yüz vermemişti ama böreğin içindeki lorla karıştırılmış ısırgan otunu bayağı lüpletti)

Cumartesi akşamı yeniden Karşıyaka'ya döndük. Babaannemizin yaptığı enginarın sapından ve elbasan tavadan biraz yedik. Bu sefer yemekte her iki amcamız ve yengemiz de vardı. Kendilerine alıştıkça yemek sırasında teker teker öpücük göndermeyi ihmal etmedik.Yemekten sonra yine şımarık'ın peşinden koşturduk.

Pazar sabahı hep beraber boyozlu, gevrekli kahvaltımızı yaptıktan sonra amcamızı ve yengemizi alarak Karşıyaka çarşısında yürüyüşe çıktık. Ben  İpek pastanesinin önünden geçerken beyaz kremalı ekler pasta gördüm ve atladım. İstanbul'da anlamsız şekilde artık beyaz kremalı ekler pasta bulabilmek çok zor. Hemen iki tane yedim, iki tane de paket yaptırdım. Biraz dolaştıktan sonra İpek babasının kucağında ergo'da uyuyakaldı. Yola çıkacağımız için fazla uzatmadan eve döndük, babaannemizi de alarak İstanbul'a doğru yola çıktık. Şimdi dört gözle yeniden Bergama'ya gideceğimiz zamanı bekliyoruz.

2 yorum:

  1. Şebneeeemmmm... İpek çok şanslı valla,, büyüyüp de bunları okuyunca çok eğlenecek.. Kitap tadında yazıyorsun, ben okurken kaç kez kahkaha attım bilmiyorum. o kadar da çeşitli konulardan bahsediyorsun ki hangisine yorum yazacağımı şaşırdım .. ergo aldınız herhalde.. memnun musunuz? sırtta taşırsan bizim dağcı çantalarından daha ağır olmuyor bebekler.. :)
    kelle, izmirlinin yemeği mi yani.. babam da çok severdi, sayesinde biz de.. bizimkiler de uşak-izmir tarafından.. enginar ve otlara da bayılırız.. ben de bakla aldım, tattıracağım yabana.. enginar maalesef hazır aldım, bakalım tepkisi ne olacak. genelde sebzeleri yiyor ama otlara düşkün değil daha önce demiştim.. kedi-köpek-inekler-tarla-bahçe- boyoz-gevrek yaşamış valla ipek.. hem alasından izmirli olacak hem çiftlik kızı.. izmir gezinize bayıldım, gezmeleriniz çok olsun ana-kız.. belki ipek seni barıştırır örümceklerle.. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Barış çok teşekkür ederim, ben de onu da yazıyım bunu da yazıyım derken acaba çok mu karman çorman sıkıcı yazıyorum diye düşünüyordum moral verdin... evet ergo aldık en sonunda gerçi bizimkiler geç kaldın bunu almakla, gereksiz filan dediler ama ben çocuk yürüse de kullanılabileceğini biliyorum o nedenle eleştirilere sessiz kalıyorum şu an için :)) henüz uzun yürüyüşlerde kullanmadım çünkü İpek de büyüdüğü için önde taşımak bir süre sonra çok belimi ağrıtıyor daha sırtta taşımayı da denemedim zira hem kalın montlarla alışamadım hem de senin de zaman zaman yazdığın gibi kontrol etmek nasıl olur bilemedim. Şimdi havalar düzelmeye başlayıp daha ince giyinince daha rahat olacak hem de biraz daha büyüyeceği için kontrol de daha rahat olur diye tahmin ediyorum. Evde kullanıyorum ve diğer basitlerine göre çok rahat ettim çünkü takıp çıkartması filan çok rahat.
      Kelle İzmir'e özgü mü bilmiyorum ama İzmir'de şöyle bir çarşıda dolaşırsan bir kokoreç/kellecinin önünde 7'den 70'e çoluk çocuk oturup kelle, kokoreç filan yediklerini görebilirsin. Ben sakatat yiyemiyorum o nedenle ilk gördüğümde çok enteresan gelmişti. İstanbul'da kokoreç var ama böyle maaile kelle/kokoreç yeme kültürü yok. Bakalım İpek sevecek mi merak ediyorum :)
      Örümcek-böcek konusunu bilemeyeceğim walla, nasıl olacak hiçbir fikrim yok, kışın hadi neyse de yaz geldi mi özellikle çiftlikte börtü böcek ortaya çıkıyor, beni de afaganlar basıyor :))
      Saol, çok gezmek istiyorum İpek'le, yurtiçi-yurtdışı bir sürü hayalim var, umarım İpek de sever gezmeyi. Ben de size bol gezmeler dilerim... sevgiler.

      Sil